Görülmemiş tarihte, yoluma yoldaş olmaz
Yazmıyor kitabımda; ermeni gardaş olmaz.
Düşen belden aşağı, ayak olur, baş olmaz.
****Beni hak söyletiyor, Hakk’ı okuyor dilim
****Yemin olsun Tanrıma ya Karabağ ya ölüm!

Silahsız halka karşı Rus destekli ordular,
Hocalı toprağına girince kudurdular,
Hamile kadınların bebeğini vurdular.
****Bakma Türk düşmanına, biliyor aklıselim
****Yemin olsun Tanrıma, ya Karabağ ya ölüm!.....




Gözlerimi oydular, yüzüldü kafa derim
Bir vahşet değil mi bu, niye riya ederim.
Uşaklar işbirlikçi, işte bundan kederim.
****Geçmişte neler oldu anlatır tarih, bilim
****Yemin olsun Tanrıma, ya Karabağ ya ölüm!

İşgalcinin her ferdi kesilmeden lokmadan,
Soykırımcı ermeni arkasına bakmadan,
Açılmayacak kapı, Karabağ’dan çıkmadan.
****Acar kilit vurmazsam, kırılsın çifte elim
****Yemin olsun Tanrıma, ya Karabağ ya ölüm!

Gönlümüzde helalsin, gülsüz gülistan olmaz
Vuslatî’nin sevdası, bir ermenistan olmaz.
Yadigârsın Karabağ, sensiz Türkistan olmaz.
****Esarete gelmez Türk, bitsin işkence zulüm
****Yemin olsun Tanrıma, ya Karabağ ya ölüm!

Osman Öcal

(Alp Ergenekon)

Bu yazımın muhatapları, yaşananlara Güneydoğu ya da Kürt Sorunu diyebilen herkestir !

Bu yaklaşımlarla tespit yapmaya kalkanlar korkunç bir tertibin içinde olduklarını bilmeli ona göre davranmalıdırlar.

Tertibin adı Türkiye’yi bölme ve parçalama projesidir !

Bu tarz açıklamaların bir kompleks ürünü olduğunu belirten zavallılara bu noktada tarihsel bir gerçeği hatırlatmak isterim: Geçmişte, sayıları, irili ufaklı yaklaşık 116 dolayında Devlet kurmuş Türk Milletinin böylesi bir kompleks içinde olamayacağı bilinmelidir !

Olsa olsa daha geniş coğrafyayı kapsayan 117. Devlet kurulur hepsi bu kadar !

Bölme ve parçalama projesinin efendileri ise Küresel Piramitin tepesindekilerden başkası değildir !

Projenin operasyonel adımında hizmet veren yerli işbirlikçiler ise bunun farkında olan ya da olmayan;
- Bedeli ne olursa olsun AB üyeliğini destekleyen,
- Sözüm ona Neo-con karşıtı Yeni Osmanlı hareketini tertiplemeye kalkan,
- İçinden “Tanrı Türk’ü Korusun” duasını esirgemediğini itiraf edip, özgürlük, demokrasi, insan hakları adına dış güçlere payanda olan,
- Küresel ekonomiye markasız entegre olmayı beceri kabul eden, herkes ve her kesimdir.

Bu açıklamalar sonrasında soruna gerçek adını koymak gerekirse, , ekonomi ağırlıklı Sosyal Adalet sorunu denebilir ve sadece Doğu ya da Güneydoğu ile de sınırlı değildir.

Burada asıl, Küresel ekonomiye markasız entegre olmayı maharet kabul eden AKP İktidarının Sosyal Adaleti tesis edememe beceriksizliğini konuşmak ve bu noktada çareler üretmeliyiz.

Yıllardır ekonomiye aşırı yük olan GAP hemen hemen bitme aşamasına gelmiştir. Türkiye yi tek başına besleyen Çukurova’dan daha bereketli olması beklenen GAP’a ağırlık verilmeli ve bir an önce sonuca gidilmelidir.

Bu çalışmayla birlikte eş zamanlı yürütülmesi gerekli olan diğer bir husus ise Sosyal Adaletin bir başka boyutu olan eşit ve hakça paylaşımı sağlayacak yasal değişiklikleri yapmak ve acil olarak uygulamaya alınmasını sağlamak olmalıdır. Sözü edilen Anayasa Değişiklik Paketi içine Türban gibi saçma sapan konular değil bu hususlar dahil edilmeli ve bölgenin feodal yapıdan kurtulması amaçlanmalıdır.

Hatay, Kilis, Gaziantep, Urfa, Mardin, Şırnak ile Suriye sınırına yakın 800 kilometre uzunluğunda, 216 bin hektarlık mayınlı Anadolu toprağının peşkeş edilme çabaları önlenmeli ve bu bereketli toprağın tarım amaçlı olarak yöre halkına verilmesinin sağlanması önerdiğimiz bu anayasal değişikliğin kapsamında mutlaka yer almalıdır..

Bosna’dan tutunuz Çin sınırına kadar geniş bir coğrafyaya hakim olan bir Kültürün, AB gibi dar bir kalıba girmeye ihtiyacı yoktur. Küresel güçlerin, bu coğrafya ve coğrafya ile birlikte muazzam yer altı zenginliklerine sahip Türk Milletinin bu zenginlikleri kullanabilme basiretini gösterebilmesinden korktuklarını ve bu uğurda da yapılabilecek her şeyi yapmaktan asla geri durmadıklarını bedeli her ne olursa olsun AB ye girmeliyiz düşüncesiyle hareket edenler bilmelidirler.

Konumuza dönmek gerekirse; ülkemizin, Güneydoğu ya da bir Kürt Sorunu asla yoktur. Evet, bir sorun vardır adı da yukarıda kısaca açıkladığım hali ile Sosyal Adaleti tesis edememe sorunudur.

Doğu ve Güneydoğu bölgesinin ilçe bazında nerede ise her karışını bilen birisi olarak oradaki vatandaşımızın gerçek sorununun işsizlik, aş ve hakça paylaşımdan uzak bir Sosyal Adalet sorunu olduğunu ve ayrıca yine oradaki vatandaşımızın en az batıdaki kadar vatan ve bayrağına bağlı hatta bu uğurda canını dahi vermekten geri kalmayacak bir bilinç içinde olduğunu samimiyetle belirtebilirim.

Bu sorunu Sosyal Adalet sorunu olarak değil başka amaçlar için başka adlarla ifade edenler fazla geç olmadan akıllarını başlarına almalı ve sorumluluklarının gereği gibi davranmalıdırlar.

Son söz olarak diyorum ki :

Kürt, asla bir sorunumuz değil kardeşimizdir ve geleceğin güçlü Türkiyesini yine birlik olup hep birlikte inşa edeceğiz !

Ne Mutlu Türk’üm Diyene !



Genelkurmay Başkanlığı, Anıtkabir internet sitesinde açıklayıcı notların yer aldığı ‘Sanal müze' oluşturdu.

BÜYÜK Önder Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir, artık internet ortamında da gezilebilecek.

Genelkurmay Başkanlığı, Anıtkabir internet sitesine buraya ait fotoğraflar ve açıklayıcı notların yer aldığı ‘'sanal müze'' oluşturdu.
Sanal müzede, Anıtkabir'in dış mekanları, Atatürk'ün özel eşyaları ve Atatürk özel kitaplığı bulunuyor.

Sanal müzeye, http://www.tsk.mil.tr/anitkabir/sanal_muze/index.html internet adresinden ulaşılabilecek.

Ne "A" olması gereken yerde, ne "K", ne de "S"...

Dizüstü bilgisayarımın kapağını her açtığımda, "3" harfi tam ortaya kurulmuş, sanki alay edercesine bana bakıyor Gözlerimi kaçırmak ne mümkün? Tam ortaya kurulmuş, hak etmediği mevkiye güçlü bir tanıdığı sayesinde, emek sarf etmeden gelenlerden biri gibi... Orada olması gereken, en çok işimize yarayan "A" harfi, saygısızca bir kenara itilmiş. Oysa yapılan araştırmalar gösteriyor ki; "A" harfini "J" harfinden yaklaşık 1000 kat fazla kullanıyoruz. Şaka gibi değil mi?

Türkçemize en uygun klavye olan "F Klavye" neredeyse tarih olmak üzere... Önemsiz gibi görünüyor değil mi? Ne kadar önemli olduğunu, araştırmamızı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız...

Şu an bilgisayarlarımızda kullandığımız klavyelerle tanışıklığımız eskiye dayanır. Bugünküler nasıl sessiz sedasız yazıyorsa, daktilolarla birlikte hayatımıza giren eski klavyelerimiz o kadar ahenkli seslere sahipti. Üst tuş sırasının ilk harfiyle anılan klavye tiplerinde ilk önce Fransızların "A klavye"sini kullandık, onları hatırlamak için epeyi yaş almış olmak gerek. A klavyede, harflerin dizilimi Türkçeye uygun değildi. Daktilo kullanımı arttıkça yazmayı kolaylaştırmanın yolları aranmaya başlandı. Hele bir kişi, İhsan Sıtkı Yener, bu işe baş koymuştu. 1930'lu yıllarda, Türk dilinin özelliklerine göre yapılmamış, değişik harf dizinleriyle oluşturulmuş yabancı daktilo klavyeleriyle çalışma sıkıntılarını giderme konusunda çalışmalarına başlamıştı. Daktilo konusunda eğitimli bir insandı.

Yener, 1925 yılında Afyon'da doğmuş, İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni 1946 yılında bitirdi. 1946'da Sultanahmet Ticaret Lisesi'nde Stenografi, Daktilografi ve Meslek Dersleri öğretmenliğine başladı. 1955-1956 yıllarında Ticaret (ve Turizm) Yüksek Öğretmen Okulunun, 1959-1965 yıllarında ticaret liseleri ve sekreterlik okullarının yönetmelik ve müfredat programlarını hazırlayarak kuruluş ve geliştirme faaliyetlerine katıldı. 1957'de gittiği ABD'de New York Üniversitesi'nde, "Business Administration" bölümünde Ölçme ve Değerlendirme'de master; 1958'de aynı üniversitenin "Business Education" bölümünde Eğitim Metotları, Araştırma-Geliştirme'de doktora yaptı.

TAM BİR TÜRK STANDARDI

İhsan Sıtkı Yener, 1946'dan itibaren Türk dilinin özelliklerine uygun, standart bir klavye geliştirilmesi için resmi makamlara yazılar yazdı. Onlardan "Bilimsel bir klavye yapın, sizin yaptığınızı kabul edelim" cevabını aldı.

İhsan Sıtkı Yener başkanlığında, yabancı uzmanların da bulunduğu bir komisyon kuruldu. Türkçede kullanılmakta olan tüm kelimelerin istatistiği, TDK kılavuzundan yararlanılarak çıkarıldı. 29 934 kelime içinde hangi harften kaçar adet bulunduğu tespit edildikten sonra, parmakların fiziksel güçleri ve hareket özellikleri esas alınarak harf tuşlarının sıralaması yapıldı. Ellerin kullanım yüzdesi de hesaba katılarak yapılan klavyede sol el, yaklaşık yüzde 49, sağ el de yüzde 51 oranında kullanılacak şekilde harfler yerleştirilmişti. Türkçenin fonetik özelliğine uygunluk açısından sesli harfler sol elde toplandı.

Bu yeni uygulamaya devlet de destek verdi. Bilimsel temellere dayalı ölçünlü bir Türk klavyesi geliştirilmesi amacıyla oluşturulan "F klavye", 20 Ekim 1955'te "Standart Türk Klavyesi" olarak onaylandı. F Klavye, 1963 yılında "Bundan sonraki ithalat, standart Türk klavyesine uygun olacak" maddesiyle Gümrükler Kanunu'na eklenmiş, 1974 yılında da Türk Standartları Enstitüsü tarafından "zorunlu standart" olarak kesinleştirilmişti.

ELİMİZE, DİLİMİZE EN UYGUN KLAVYE

" F klavye" hazırdı. Türkiye'de o zaman 40 bin kadar yazı makinesi vardı. Türkiye'nin geleceği düşünülürse bu, gözden çıkarılmayacak bir rakam değildi. Türkçeye en uygun tuş dizilimi olan F klavye (pek çoğunun dediği gibi "Ef klavye" değil, harflerin Türkçe okunuş biçimine göre "Fe kılavye") uzun çalışmalardan sonra daktilolarda en kolay, en hızlı ve hatasız yazı yazmak amacıyla üretilmişti.

Türkçede çok sık kullanılan seslerin karşılığı olan harfler "F klavye"de kolayca ulaşılabilecek yerlere yerleştirilmişti. Türkçedeki harflerin kullanılma oranlan, ünlü-ünsüz ses ilişkileri, hece ve söz yapısı, parmakların kuvvet, yetenek ve işleklikleri göz önünde bulundurularak üretilmişti. Türkçe sözlerde çok sık kullanılan seslerin karşılığı olan harfler, bu klavyede en kolay ulaşılabilecek yerlere serpiştirilmişti. Türkçenin sesçil (fonetik) özelliğine uygunluk açısından F klavyede sesli harfler sol elde toplanmıştır.

Yaklaşık 30.000 Türkçe sözün ölçü alındığı bir değerlendirmede Türkçede en çok kullanılan harfler olan, "A" 26.323, "E" 16.308,"K" 13-542, "İ" 13.384, "M" 11.263, "L" 10.496, "T" 9.669, "R" 8.698 kez geçmekteydi. Bu oran göz önünde bulundurularak söz konusu harfler, F klavyede yerlerini almıştı. Bilgisayarlarla birlikte hayatımıza "O. klavye" girdi. O. klavyede en çok kullandığımız harfler, tabiri caizse, klavyenin en ücra köşelerine dağıtılmıştı. "A" harfi sol elin serçe parmağına düşmüştü, en zayıf halka. Buna karşılık, Türkçede 30.000 sözde sadece 125 defa geçen ve en az kullanılan harf olan "J", O. klavyede Türkçede en fazla kullanılan ünsüzü olan "K" harfinin yerine kurulmuştu.

1956'dan itibaren uluslararası daktilografi yarışmalarında Türkiye 28 defa dünya birincisi olmuş ve 14'ünde de dünya rekorunu kırmıştır. Türkçede genel olarak sessiz harfler ve sesli harfler kelime / cümle içinde hemen hemen eşit sayıda bulunduğu için, klavye bu harfleri her iki ele de eşit miktarda dağıtır. Her iki elimizin en çok çalışan 3'er parmağına denk gelen tuşlardaki harfleri yüzde 45 oranında kullanmak varken, neden bizim için daha zor ve yavaş yazmayı sağlayan İngiliz dilinin Q. klavyesini kullanalım? Dünyada bir yazı birliği sağlamak gibi gerekçeler, burada anlamını yitiriyor. Dil birliği yoksa yazı birliği de olmaz. F klavye sistemini iyice öğrenen bir kişi, önünde O. klavye bile olsa, onu "ayarlar"dan F klavyeye çevirip kullanabilir. Tıpkı daktilo kuşağı olarak niteleyebileceğimiz büyük bir kesimin bugün yaptığı/ yaptığımız gibi...

A KLAVYENİN TARİHÇESİ

Dünyada Q. klavye olarak bildiğimiz tuş dizilimi aslında daktilonun icat edildiği ilk günden beri değişmedi. Neden tuşların bu şekilde dizildiği konusunda çeşitli rivayetler olmasına rağmen şimdilik en yaygın kabul gören hikâye şu: Yazı makinesinin mucidi olan Christopher Latham Sholes, 1867'de cihazın patentini alarak ilk çalışan örnekleri ortaya koyduğu zaman cihazın tasarımından kaynaklanan mekanik bir sorunla karşılaşır. İcat ettiği yazı makinesinin, harfleri kâğıda basmak üzere kullandığı mekanik harf kolları, kapalı bir kutunun içinde yer almaktadır ve iki kol birden kâğıda doğru havalanınca içerde sıkışmaya neden olmaktadır. Sholes bu problemin çözümü için, kullanıcının yazım hızını yavaşlatmak üzere harflerin yerlerini alabildiğine karıştırarak en çok kullanılan harfleri elin en zor ulaşabileceği yerlere yerleştirmeyi uygun görür ve Q. klavye adını verdiğimiz harf dizilimi ortaya çıkar. O. klavye 1873'te daktiloların hızlı yazma nedeniyle sık sık bozulmasına çare olarak bir mühendisliğe aykırılık abidesi olarak geliştirilmişti. En çok kullanılan harfler klavyenin her sırasına dağıtılmış, çoğunluk oluşturan sağ elini kullanan insanlar, zayıf ellerini çok kullanmak zorunda kalmıştı. İlginçtir amaç, daktilo kullananları olabildiğince ağır yazmaya zorlamak, böylece daktilo makinesinin ömrünü uzatmaktı. Bilgisayarlar çıkıp da tuşların hızlı yazma nedeniyle bozulma sorunu ortadan kalktığı zaman bile, O. klavye yaygınlaştığından bu standart korundu.

Aslında O.klavye, İngilizceye de uygun değildir. Q. klavyenin daha iyi alternatifleri olabileceğini düşünenler çıkmıştı. Örneğin Washington State Üniversitesinden Prof. Dr. August Dvorak, 1932 yılında İngilizcede çok kullanılan harflerin klavyenin en kolay ulaşılabilir yeri olan orta sırasına toplandığı bir klavye dizilimi önerdi. Dvorak'ın araştırmalarına göre, sekreterlerin parmakları gündelik yazı işleri sırasında Q. klavyede 16 mil yol alırken Dvorak klavyesinde sadece 1 mil yol almaktadır. Ancak daktilo yazanların Q. klavyeye olan mevcut alışkanlıkları, üreticilerin itirazı ve piyasanın Q klavye tarafından çoktan istila edilmiş olmasına; 40 milyon daktilonun değiştirilme maliyeti de eklenince Dvorak'ın klavyesi yayılamadan kaybolup gitti.

F VE a KLAVYELERE YÖNELİK BİZDEN ELEŞTİRİLER

Q Klavyenin evrensel olduğu fikrine, yazar Yurtsan Atakan şu güzel cevabı veriyor: "Hıncal Uluç'un 'Q! savunusunda kullandığı temel argümanlardan biri de aynı yanılgıya dayanıyor. Dünyanın 'O1 klavye kullandığını söyleyen Hıncal Uluç'a göre, yurtdışına gittiğinizde deli danalar gibi 'F' klavye arayıp bulamazsınız; hâlbuki '(X klavye kullanıyorsanız sürü sebil klavye emrinize amadedir. O zaman 'F'yi atın, baştan 'Q! kullanın. Aynı mantıkla iyisi mi biz Türkçeyi toptan başımızdan atalım. Öyle değil mi ya, yurtdışına çıktığımızda derdimizi anlatacak Türkçe bilen biri arayıp bulamayacağımız, İngilizce bilseydik sürü sebil kişiyle iletişim kurabileceğimize göre Türkçeyi atalım, resmi dil olarak baştan İngilizceyi kabul edelim. Benim bu konuda eklemek istediğim bir husus şudur: F klavye kullananlar genellikle bakmadan yazabilir. Bu durumda sadece VVindovvs'ta klavyeyi 'F'ye çevirmek yeterli olur. Bu bizi dünyadan koparmaz, öyle olsaydı Latin alfabe kullanmayan ülkeler dünyadan kopmuş olurdu."

F KLAVYE ÖZGÜVEN, Q. KLAVYE TESLİMİYET SEMBOLÜDÜR

HP Türkiye Genel Müdürü Şahin Tulga, SAP Teknoloji Günleri 2003'te Amerika'da aldığı eğitim sürecinden bahsederek düşünme eyleminin daima ana dilde yapıldığını, bunun yaratıcılık ve özgüveni tetikleyeceğini, Türkçe için özel olarak geliştirilmiş 'F" klavyenin de bu ana çıkış noktası nedeniyle özellikle kullanılması gerektiğini savunmuştur.

Bilgisayar kullanımındaki verimsizliğin en büyük etkeni İhsan Yener'e göre Q. klavyedir:

"Türk dilinin özelliklerine göre on parmakla bakmadan klavye kullanma yöntemi için, çok verimli bir 'Standart Türk Klavyesi' 1955 yılından beri resmen var olduğu halde, İngiliz dili için 130 yıl önce (on parmak yönteminin bilinmediği çağda) belirlenen ve Türkçedeki binlerce sözcüğün yazılmasına olanak vermeyen "American Standard Code for Information Interch-ange (ASCII) klavye, dünya standardı zannedilmiştir. Türkçeye has 7 harfin, en kullanışsız yerlere bilinçsizce yerleştirilmesiyle oluşturulmuş klavyeyi de O. Türkçe standardı olarak kabullenen kullanıcıların bu hususta bilinçsiz oluşları, bilgisayar kullanımındaki verimsizliğin en büyük etkeni olmaktadır."

Şimdi, bilgisayarınızın başına geçtiğiniz zaman, eğer Q. klavye kullanıyorsanız, serçe parmağınız A harfine basarken her zorlandığında "bu benim klavyem değil" diye düşünün. Ne A olması gereken yerde, ne K, ne de S... Yalnızca L ve P, F klavyedeki yerlerinde. Zaten bu klavye, bizden değil. Önce bunu kabul etmek gerek...

Bizim için ciddi araştırmalar sonucu oluşturulmuş, sistematize edilmiş bir F klavye varken, Q. klavye, bizi bize ait bir değerden daha uzaklaştırıyor.*

*Bu araştırmada, Genel Ağ'daki "www. forum.donanimhaber.com" ile "www.şampiyon- kurslari.com.tr" sitelerinden ve Türk Dil Kurumu Dergisi, sayı: 683'teki Belgin Tezcan AKSU imzalı yazıdan yararlanılmıştır.( Araştırma: Ahmet Öztarhan, Dil ve Edebiyat Dergisi)

Türk dünyasının önde gelen şairlerinden Azerbaycanlı Bahtiyar Vahabzade 84 yaşında hayatını kaybetti. Ünlü şairin Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de bulunan evinde vefat ettiği bildirildi.

Hayattayken Türk dünyasının yaşayan en büyük şairlerinden biri olarak nitelenen Vahabzade, uzun süredir hastaydı. Azeri şair için yarın Bakü Devlet Üniversitesi'nde veda töreni yapılacağı öğrenildi.

BAHTİYAR VAHABZADE KİMDİR?

Bahtiyar Vahabzade, 16 Ağustos 1925 tarihinde Azerbaycan'ın Şeki kentinde doğdu. 9 yaşında ailesiyle beraber Bakü'ye taşınan Vahabzade, ilk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamladı. 1947 yılında Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü'nden mezun olarak aynı bölümde öğretim üyesi olarak ders vermeye başladı. 1964 yılında tamamladığı Samet Vurgunun Hayat ve Yaratıcılığı isimli monografisi ile filoloji doktoru ünvanını aldı. 1980 yılında Azerbaycan İlimler Akademisi üyeliğine seçilen Vahabzade, 1990 yılında emekli olana kadar üniversite de ders verdi.

Çok sayıda ilmi kongrelere katılan, seyahatler yapan Vahabzade, Almanya'daki Türk işçileri üzerinde araştırma ve incelemeler yaptı. Birçok defa Türkiye'ye geldi. Türkiye'den Bakü'ye giden pek çok ilim ve sanat heyetiyle görüşüp, görüş alışverişinde bulundu.

Vahabzade, 1960'larda başlayan özgürlük hareketlerinin öncülerinden biri oldu. Bu konuda kaleme aldığı 1959 tarihli Gülistan isimli şiirinde, ikiye bölünen (İran ve Rusya) Azeri halkının yaşadığı felaketleri anlattı. Adı geçen eserinde dolayı 1962 yılında "milliyetçi" damgası vurulan şair 2 yıllığına üniversitede ki görevinden de uzaklaştırılmıştır. Bu olumsuzluklara ve Sovyet rejiminin baskılarına rağmen özgürlük mücadelesinden hiç yılmamıştır. Azeri halkının sıkıntılarını konu ettiği pek çok eserini yurt dışına kaçırarak yayınlanmasını sağlamıştır.

Ülkemizde 1972 yılından itibaren tanınmaya başlayan Bahtiyar Vahabzadenin şiirleri ve edebi kişiliğiyle ilgili bilgiler, çeşitli bilim adamları ve dergiler tarafından neşredildi.

Klasik ve yeni Azeri şiirinde mevcut bütün özellikleri şiirinde toplamış olan Bahtiyar Vahabzade şiirlerinde; vatan, millet, aile , tabiat, dil, azadlık (hürriyet) hasreti gibi temaları, en güçlü ve derinleme ifadelerle anlatmıştır. Zaman zaman aruz veznini kullanan ve serbest mısra denemeleri yapan şair, en fazla hece veznini kullanmıştır. Fuzuli başta olmak üzere Azeri divan ve halk şiirinin ustalarına büyük saygı ve hayranlık besleyen Vahabzade, klasik şekiller içinde de yeni meseleleri ve uyarıcı konuları rahatça dile getirmiştir.

Bahtiyar Vahabzadeye göre; şair ve şiir vatan sevgisinin, millet aşkının kor halinde temsilcisi olmalıdır. Milli kültürü, sanat, vatan sevgisini, aile sıcaklığını, ana, kardeş, evlat muhabbetini en güzel ve en güçlü olarak anlatmalıdır. Şair hak ve hakikat yolunda her türlü mücadeleyi yapmalıdır. Bir milletin maneviyat ve mukaddeslerine alt yapı olan değerleri, şair canı pahasına korumalı ve sevdirmelidir.

Bahtiyar Vahabzade kendini kaybetmiş, Ruslara kapılmış, yabancı değer ve törelere hayran ve rastgele modalara düşkün bazı zümreleri şiirlerinde kınamış ve hicv etmiştir. Taklitçiliği kötü bir şahsiyetsizlik ve insaniyetsizlik saymıştır. Kendisine sorulan bir soruya; "Benim Türk gençlerine, aynı zamanda Azerbaycan gençliğine sözüm şudur: "Kökten, soydan ayrılmayın"... Türk gençleri batıya çok meylediyorlar. Oysa ki Türk gençlerinin batıdan bazı teknik verimlerin dışında alacakları şey yoktur..." diye cevap vermiştir.

Azerbaycan şiirinin en büyük temsilcilerinden olan Bahtiyar Vahabzade şiirlerinde söylemek istediğini doğrudan söyler. Dolaylı ve mecazlı anlatımlara önem vermez. Şiirle ilgili birçok makale ve çalışmasında bu ve diğer önemli konulara yer vermiştir.

Bahtiyar Vahabzadeye göre anlaşılabilmek herşeyden önce gelir. Günümüz şairlerinin anlaşılmamayı meziyet saymaları onun en çok tenkid ettiği konular arasındadır. Çalışmalarında halk atarafından anlaşılmayı, onlara ulaşmayı düstur olarak kabul eder.

Eserlerinde Azeri Türkçesi'ni en temiz şekilde kullanmaya özen gösteren ve halkının duygularına tercüman olan Vahabzade Azerbaycan'da Halk Şairi adıyla anılır. 1995 yılında Azeri özgürlük mücadelesindeki hizmetlerinden dolayı İstiklal nişanı ile ödüllendirilmiştir. Vahabzade 1980-2000 yılları arasında da 5 defa milletvekili seçildi.

Vahabzade'nin Türkiye'de basılmış Ömürden Sayfalar (2000), Vatan, Millet, Ana Dili (2000), Soru İşareti (2002 ) gibi eserleri bulunuyordu. Eserleri 8'den fazla dile çevrilen ünlü şairin yayınlanmış 40'ı aşkın şiir kitabı, 11 ilmi eseri, 2 monografisi, çeşitli piyesler ve yüzlerce makalesi bulunuyor. Vahabzade, eserlerinde genellikle özgürlük, yurt sevgisi, din gibi temaları işlemişti.

Bahtiyar Vahabzadenin eserlerinden bazıları şunlardır:

Şiirler ve manzum hikayeler: Menim Dostlarım, Bahar, Dostlug Nağmesi, Ebedi Heykel, Çınar, Sade Adamlar, Ceyran, Aylı Geceler, Şairin kitaphanası, Etiraf, Şeb-i Hicran, İnsan ve Zaman, Bir Ürekde Dört Fesil, Seçilmiş Eserler, Kökler-Buğdaylar, Deniz-Sahil, Bir Baharın Garangusu, Dan Yeri, Payız Düşünceler, Şehitler, Özümle Sohpet, Mugam.

Tiyatro eserleri: Vicdan, İkinci Ses, Yağıştan Sonra, Feryat, Darağacı, Artık Adam.

Hatıra-Seyahatname eserleri: Sanatkar ve Zaman, Sadelikte Büyüklük, Derin Katlara Işık.

Türkiye'de Basılan Eserleri

Ömürden Sayfalar (Ötügen, 2000)
Vatan, millet, ana dili (Atatürk Kültür Başkanlığı yayınları, 2000)
Soru işareti (Kaynak yayınları, 2002 )

Diğer Dillere Çeviriler

Türkçe (Türkiye) 15 kitap
Rusca 14 kitap
İran'da Azerice 5 kitap
Ermenice 3 kitap
Özbekce 2 kitap
Almanca 2 kitap
İngilizce 2 kitap
Türkmence 1 kitap


Blogger Template by Blogcrowds


2008 | Blogger Temaları by GeckoandFly Blogger Uyarlama: Blogcrowds.

Distributed by Blogger Temaları