Hepimizin malumu… Hrant Dink adlı bir suçlu, ömrünün ilk çeyreğini doldurmamış gençler tarafından öldürüldü. Bir suçlu da olsa can güvenliği Türk devletine teslim edilmiş bir kişinin öldürülmesi elbette kabulü mümkün olmayan bir olaydı ve hepimizce kınandı. Ancak bu suçlunun öldürülmesi akabinde gelişen olaylar bize nasıl bir coğrafyada yaşadığımızı tekrar hatırlattı.

Dedelerinin Türklere yönelik mide kaldırmayacak işkence ve zulümlerine karşılık ülkemizde bizler kadar hatta bizden daha fazla “yaşayabilen” Hrant Dink bununla yetinmiyor, Türk kanını zehirli ilan ediyordu. Türk mahkemelerince suçluluğu teyid edildi. Türklüğe hakaret etmek de hiçbir mahsur görmeyen bu Ermeni de yüzsüzlüğün dozunu artıtrararak güya Türkiye’yi başta AB dünya kamuoyu önünde zor durumda bırakmak için çirkin ama bir o kadar da zavallı bir oyuna başvurdu: “Şayet suçlu ilan edilirsem Türkiye de durmam, ülkeyi terkederim”.

Çok da umrumuzdaydı, nereye giderse gitsin.

Ancak derdi başkaydı. Böylece tehcir hadisesini hatırlatabileceğini, bir Ermeni’nin Türkiye’de yaşatılmadığını dünyaya hatırlatacak; Türkiye’yi zor durumda bırakacaktı. Korkmamızı bekliyordu. “Aman bu adamı işlediği büyük suça rağmen beraat ettirelim yoksa Türkiye’yi terkeder ve şu zor günlerde biz yeniden tehcir ve soykırımı iddialarına karşı tezsiz kalırız” dedirtmeye çalışıyordu. Türk mahkemeleri, kendilerini zeki zanneden bu adamların oyunlarına gelmedi. Böyle ucuz tehditlerle Türk adaletini saptırabileceklerini sanmaları ise ülkemiz için büyük bir ayıptır ki o ayrı bir mesele.

Elbette blöf ortraya çıktı ve Hrant Dink gibi hiç bir özelliği olmayan bir adamın sadece Ermeni diye baş üstünde tutulduğu, sadece Türklüğe hakaret ettiği için itibar göreceği tek yer Türkiye olduğu için Hrant da hiçbir yere gidemedi.

Bu olaylar zaten herkesin malumu. Yeniden gündeme getirmemiz bir internet sitesinde işin tekniğine vakıf birinin, Ozan Arif ve İsmail Türüt’ün bir ortak çalışmasına çektiği sanal klip üzerine yaşanan gelişmeler…

Zorlama bir yorumla şarkı sözlerinden o gün ve yasin suresinin kastedilidği bölümden olaya karışanların ismi çıkarılabilir.

Yılmaz Özdil daha yeni yazdı, buyrun bir Sezen Aksu şarkısı…

"Ne HAYALlerle ne ümitlerle

Mutlu olmaktı dileğimiz

SUÇLU ne sensin

ne de benim...

Şimdi sensizim sen de bensiz

Her şey bir anda

anlamsız gelecek

İşte biz O GÜN tükeneceğiz..."

Hadi buyrun, hem hayal hem o gün hem suç hem de Sezen Aksu. Bir azmettirici davası ne güzel gider Sezen Aksu’ya değil mi? Hayalli o gün lü cinayet li bulutsuzluk özlemi şarkılarını gündeme getirmiyorum bile.

Bu dava neden Sezen Aksu’ya değil de Ozan Arif ve İsmail Türüt’e açılıyor? Ne farkları var yazdıklarının? Aralarındaki fark Türüt ve ozanın milli konulardaki hassasiyeti değil mi? O halde onları mahkemelere sevkedip Sezen Aksu’ya susanlar aslında bu cinayetin milli bir hassasiyetle işlendiğini kabul etmiş hatta cinayeti bir parça onaylamış olmuyorlar mı? Yoksa yargılanan ikisinin şahsında Türk milliyetçiliği mi?

Gazetelerden okuyoruz, şarkının söz yazarı ve seslendiricisi suçu övmekten yargılanıyorlarmış. Aşırı zorlama yorumlara kaçarak o sözlerden övücü bir anlam çıkarıldığını farzedelim. Ama buraya bir düşünce parantezi açıp okjuyucularımızı ikaz etmeyi de ihmal etmeyelim. Aman bundan sonra ne hayal kurun ne de geçmiş günleri “o gün” diyerek anın. Maazallah suçu ve suçluyu övmek ithamıyla soluğu mahkemkede alırsınız.

Konumuza dönelim. Farzı muhal o sonucu çıkardık. Pekala Türk mahkemelerine göre Hrant Dink suçlu değil miydi? Onu övenler suçu ve suçluyu övmüş olmuyor mu? Bir insanın buna hayır olmuyor demesi için ya aşırı gerizekalı bir moron yahut Türklüğe düşman herşeyin yanında saf tutan bir satılık haysiyetsiz olması gerekiyor. Bir suçluyu yani Hrant Dink’i alenen öve öve bitiremeyenlerin suçu ve suçluyu övmekle yargılanmadığı bir ülkede zoraki yorumlarla aksi beyanlara rağmen iki kişiyi bu ithamla mahkeme önüne çıkarırsanız bize düşen yere batsın adaletiniz demek olacaktır.

Bu ülkenin üretime ihtiyacı var, amenna; bu ülkenin eğitime ihtiyacı var, amenna; bu ülkenin asayiş sorununu çözecek kararlı yöneticilere ihtiyacı var, amenna ve sadakna ama bu ülkede ihtiyacı en çok hissedilen şey derhal cesur ve adil savcılardır. Hrant Dink adlı suçluyu öve öve bitiremeyenlerin suça ve suçluya övgü sebebiyle yargılandığı günler Türk adaletinin taçlandığı, Türkiye’nin şahlanışa geçtiği günlerin başlangıcı olacaktır.

Son söz olarak bizim malum şarkıyla ilgili düşüncelerimizi soranları merak da bırakmayalım. Beğendik. Karadeniz bölgemizi karıştırmayı başaramayacaklar. Türkiye’nin en çok şehit veren, inançlı insanlarının yaşadığı karadenizde Fatihalarda bitmez, Yasinlerde… O gün de bitmedi, bugün de bitmez, yarın da bitmeyecek. Kimse hayal kurmasın.

Sözümüz meclisten dışarı, oldu mu efendim, rahatladınız mı?

“Yüce Tengri dost oluban medet irsün, hanım hey”

A. Afşin EFKARLIOĞLU

PKK'nın Dini Nedir?

Hakkında, terör örgütü üyesi olduğu suçundan Ağır Ceza Mehkemesin'de dava açılan İ.Ş. savcılığa verdiği ifadede inanılmaz itiraflarda bulundu. Van'ın Başkale ilçesinden İran'a geçerek, buradan Irak'ın kuzeyindeki terör örgütü PKK'nın kamplarına katılan İ.Ş., Mesud Barzani'nin liderliğini yaptığı Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) yetkililerinin terör örgütünden kaçan teröristlerden "peşmerge" olmalarını istediğini bildirdi.

Terör örgütünün Irak'ın kuzeyindeki Hakurk kampında bir ay boyunca inşaat işlerinde çalıştırıldığını belirten İ.Ş., kendisine silah eğitimi verilmediğini, kötü muameleye maruz kaldığını söyledi: "Bir ay boyunca erzak toprağa saklama işlemlerinde çalıştırıldım. Bana silah eğitimi verilmedi. Silahsız olarak nöbet tuttum. Ancak buradaki 'Baver' kod adlı sorumlu bize kötü davranıyordu. Ben namaz kılarken, benim namazlığıma basıp, dinime ve kitabıma küfür etti. Bu şahıs bana, 'Bizim dinimiz kitabımız Abdullah Öcalan'dır' dedi. Namaz kıldığım için bana çok kötü davranıldı. Bu durumdan rahatsız olan çok sayıda örgüt üyesi vardı. Bu nedenle İranlı 'Şoreş' ve 'Rızgar' adlı örgüt üyeleriyle kaçmaya karar verdik."

(www.8sutun.com, 9-2007)

BeN TÜRK'üm

  • Ben Bir TÜRKÜM !...

  • Ben;
    Orta Asya'dan Türeyen, Anadolu'da Büyüyen, Avrupa İçlerine Yürüyen TÜRK'üm !
  • Ben;
    Dağlarda Gemi Gezdiren, Taşlara Destanlar Kazdıran, Tarihi Baştan Yazdıran, TÜRK'üm !
  • Ben;
    Adalete, Ben Mertliğe Örnekler Veren, Ölüm - Kalım Savaşına Gülerek Giden, Yeryüzünde Her Murada Eren TÜRK'üm !
  • Ben;
    Sancaklara, Tuğlara Baş Eğdiren, Beylere, Paşalara Hil'at Giydiren, Kılıcını Üç Kıt'ada Gezdiren TÜRK'üm !
  • Ben;
    Atilla'yı, Yavuz'u, Fatih'i Var Eden, Kralları, İmparatorları Kendisine Yar Eden, Düşmanına Dünyasını Dar Eden TÜRK'üm !
  • Ben;
    Şahları, Sultanları Kul Edinen, Altınları, Elmasları Pul Edinen, İncili Kaftanları Çul Edinen TÜRK'üm !
  • Ben;
    Zafer Rüyasını Görenlere Saç Yolduran, Hezimete Uğratıp, Ümitleri Solduran, Müzelerde Baş köşeleri Dolduran TÜRK'üm !
  • Ben;
    Damarlarında Asil Kanın Aktığı Irkım, Benden Bahseder Destanım, Ağıtım, TÜRK'üm,
  • Ben TÜRK'üm, Taa İliklerime Kadar
    TÜRK 'üm !.. Ya Siz Kimsiniz ?

ARISTO' DAN BIR DERS

BUYUK ISKENDER, FELSEFENIN DUAYENI SAYILAN ARISTO'YA BIR MEKTUP YAZAR.

''ZAPTETTIGIM TOPRAKLARDAKI INSANLARI TAHAKKUMUM ALTINDA TUTABILMEK IÇIN NELER YAPMALIYIM ''DIYE GORUS BEYAN EDER;
1- ULKENIN ILERI GELEN INSANLARINI SURGUNE MI GONDEREYIM ?
2- ULKENIN ILERI GELEN INSANLARINI HAPSE MI ATAYIM ?
3- ULKENIN ILERI GELEN INSANLARINI KILICTAN MI GECIREYIM ?

ARISTO' NUN CEVABI :
1- SURGUNDE TOPLANIP SANA KARSI BASKALDIRIRLAR,
2- HAPISHANELER MILITAN YUVASI OLUR, KONTROLDEN CIKAR,
3- ONLARDAN SONRAKI KUSAK INTIKAM HIRSIYLA BUYUR, TAHTINI SALLAR.

COZUM OLARAK SU NASIHATI VERIR:

''INSANLARIN ARASINA NIFAK TOHUMLARI EKECEKSIN, BIRBIRLERIYLE SAVASINCA HAKEM OLARAK KENDINI KABUL ETTIRECEKSIN, AMA ANLASMAYA GIDEN BÜTÜN YOLLARI TIKAYACAKSIN. ''



Biri Amerika mi dedi !!!


18 Aralik 1966 tarihinde Ankara Tıp Fakültesi bünyesinde ögretime açılan Diyarbakır Tıp Fakültesi ile 21.11.1973 tarihinde Diyarbakir'da kurulan Fen Bilimleri Fakültesi, bu günkü Dicle Üniversitesinin oluşmasında temel teşkil etmistir. Önceleri Diyarbakır Üniversitesi olarak faaliyet gösteren Üniversitemiz bünyesinde 1976 yılında Dış Hekimliği Fakültesi, 1981 yılında da Şanlıurfa Ziraat Fakültesi kurularak hizmete girmistir. 2547 sayili Yüksekögretim Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra 20.7.1982 tarihinde çikartilan 41 sayili Kanun Hükmünde Kararnamenin 32. maddesi uyarinca Diyarbakır Üniversitesinin adı Dicle Üniversitesi olarak değistirilmiştir. Aynı Kanun Hükmünde Kararnameyle Hukuk Fakültesi ile Mühendislik-Mimarlik Fakültesi kurulmuş ve Milli Egitim Bakanlığından devralınan Yüksekokullar Dicle Üniversitesine bağlanmıştır. Dicle Üniversitesi bünyesinde daha sonra 1988-1989 ögretim yılında Mardin Meslek Yüksekokulu, 1990-1991 ögretim yilinda Saglik Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, 1992-1993 ögretim yılında da Atatürk Saglik Hizmetleri Meslek Yüksekokulu hizmete girmistir. Hizmete giren bu birimlere ilave olarak Şırnak, Bismil, Batman ve Çermik'te birer Meslek Yüksekokulunun daha kurulmasi uygun görülmüstür.11.7.1992 tarih ve 21281 sayili Resmi Gazetede yayinlanan 3837 sayili kanunla yapılan değişiklikle Şanlıurfa Ziraat Fakültesi ve Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu Harran Üniversitesine bağlanmis ve Üniversitemiz bünyesinde Veteriner Fakültesi, İlahiyat Fakültesi ve Ziraat Fakültesi adı altında üç yeni Fakültenin kurulmasi kararlaştırılmıştır. Sözkonusu Fakültelerle birlikte Bismil Meslek Yüksekokulu, Çermik Meslek Yüksekokulu ve Batman Sağlik Hizmetleri Meslek Yüksekokulu 1993-1994 ögretim yilinda, Şırnak Meslek Yüksekokulu ise 1995-1996 ögretim yilinda hizmete girmistir. Mevcut Fakülte ve Yüksekokullarimiza ilave olarak Ergani Ve Çüngüs'te birer meslek yüksekokulu, Diyarbakir Siirt ve Mardin'de birer Saglik Yüksekokulunun ögretime açilmasi için baslatilan çalismalar sonuçlanmis olup,1997-98 ögretim yilinda hizmete girmislerdir. Ayrica Üniversitemize bağlı olarak Batman'da Teknik Egitim Fakültesi, Diyarbakir'da Beden Egitimi ve Spor Yüksekokulu ile Sivil Havacilik Yüksekokulu kurulmus olup, Beden Egitimi ve Spor Yüksekokulu 1998-1999 ögretim yılında hizmete girmiştir. Üniversitemiz bünyesinde bugün 11 Fakülte, 11 Meslek Yüksekokulu, 5 Yüksekokul, 3 Enstitü , 9 Uygulama ve Araştırma Merkezi, Devlet Konservatuvarı ile 1 Eğitim ve Araştırma Hastanesi yer almaktadir.

(Dicle Üniversitesi sitesinden alıntıdır)


Bakın, aslında kim neymiş?


Batuhan ÇOLAK- batuhancolak@mynet.com

Üniversiteler, bir ülkenin geleceğinin teminatı olan, stratejik öneme sahip eğitim kurumlarıdır. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gençliğin ve dolayısıyla üniversitelerin önemi bir kat daha artmaktadır.

2000 sonrasında değişen dünya ekonomisi ve beraberinde getirdiği siyasi çatışmalar, 11 Eylül saldırıları ve ardından gelen Büyük Ortadoğu Projesi’ni içeren zaman diliminin, ilerleyen zamanlarda tarih bilimciler tarafından ‘yeni bir tarihsel sürecin başlangıcı’ olarak yorumlanması büyük bir ihtimaldir. Bu süreçte hem bulunduğu konum hem de, taşıdığı zenginlikler bakımından Türkiye, her geçen gün daha zor bir döneme girmektedir. Bu bağlamda çeşitli odakların senaryolarını Türkiye’nin üzerine kurgulaması da, bu tespitimizi doğrular niteliktedir.

Bu bakımdan terörün, dış baskı odaklarının en büyük hedefi ve de coğrafi olarak dünyanın yeni merkezi olan Türkiye’deki üniversiteler sadece Türkiye’yi değil, Türkiye’nin dışındaki güç odaklarının da ilgi alanına girmektedir. Bu noktadan hareketle üniversitede okuyan gençliğimizin, geleceğimizin aynası olarak görülmesi çok doğru bir tespit olacaktır. Bu tespitin iyi algılanması hem Türkiye’nin geleceği hem de gençliğin yetişmesinde önemli bir adımdır.

Bu kısa hatırlatmalardan sonra konumuza dönecek olursak, Türkiye’nin geçmişten günümüze terörizmle sürekli olarak uğraşmak zorunda kaldığını görebilmekteyiz. Üniversite gençliği üzerinde 1970’li yılların başından itibaren yaygınlaşan Marksist-Leninist ideolojiler, gençliği bir anda örümcek ağına çekmiştir. Genel itibariyle dış kaynaklı görünen bu ideolojilerin aşırılık sergilemesi sonucu ortaya çıkan terör faaliyetleri bir çok gencimizin hayatını kaybetmesine, yaralanmasına, geleceklerini kaybetmesine, her şeyden önemlisi de Türkiye’nin bugünkü yönetiminde olacak bir neslin sokaklarda yitirilmesine yol açmıştır. 1970’li yılların başından itibaren başlayan bu marjinal anti milli terör grupları Türkiye’yi bir anda sarmış ve 1980 Askeri Darbesine kadar devam etmiştir. Askeri müdahalenin sert bir çizgide seyretmesi hem demokratikleşme açısından hem de gelecek açısından Türkiye için acı bir tecrübe olmuştur. Kimi gençlerimiz idam sehpalarında, kimileri hapislerde yaşamlarını yitirmiştir. Bu gerçekleri unutmamak ve hatırlatmak hem günümüz hem de geleceğimizin teminat altına alınması için çok önemli bir gerekliliktir. Geçmişten ders aldığımız gün, geleceğimizin kurtuluşu sağlanacaktır.

Sovyet Ansiklopedisi, terörizmi “şiddet yoluyla sınıf ve politik düşmanların ortadan kaldırılması” olarak tanımlamıştır. Bu tanım aslında gençliğimizin terörizm pençesine nasıl düşürüldüğü bir nevi bize kanıtlamaktadır. Türkiye’nin büyük kayıplarına yol açan Marksist Leninist çizgideki terör gruplarının menşei Sovyet ülkeleri gibi görünse de, aslında başta komşu ülkeler olmak üzere birçok dış güç tarafından el altından desteklenmiştir. Çünkü güçlü bir Türkiye ve güçlü bir Türk Gençliği hiçbir ülkenin işine gelmemektedir. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı öncesindeki durumunu arzulayanlar gerçek yüzlerini bugün de sergilemekten kaçınmamaktadırlar.

1980’den önce Marksist-Leninist grupları, 1980’den sonra bölücü terör örgütü PKK’yı destekleyen güçlerin içinde Müslüman ülkelerin de olması (Filistin gibi), terör uzmanlarının da belirttiği gibi Terörün; dininin, ırkının, milletinin olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda özellikle milli devletlerin üzerinde kara bir bulut olarak dolaşan terörizm faaliyetleri bir amaçtan çok, devletler arası psikolojik savaşta araç görevi taşımaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında Askeri müdahalenin yaşandığı 1980 yılından sonra azalan Marksist-Leninist çizgideki terör grupları yerini ASALA ve PKK gibi profesyonel anlamda insan kıyımı sergileyen örgütlere bırakmıştır. 1984 yılında PKK’nın ilk terör eylemi ile birlikte ASALA’nın da kendini fesh ederek bölücü örgütle işbirliğine gitmesi, Türkiye’nin terörle mücadelesini PKK üzerinde kilitlemiştir. PKK terör örgütünün oluşturduğu bu teklik olumlu gibi gözükse de, dış güç desteğinin de çeşitli terör gruplarında parçalanarak etkisini yitirmek yerine tek bir örgütte yani PKK’da toplanmasına yol açmıştır. Bu durum da beraberinde güçlü bir terör örgütünün oluşmasına ve Türkiye’nin karşısına ciddi bir tehdit olarak çıkmasına neden olmuştur.

PKK’nın 1990’lı yılların başında başlattığı siyasallaşma kapsamında kurulan HEP (Halkın Emeği Partisi) birçok açıdan Türkiye’de terörün hangi noktaya geldiğini bizlere somut bir şekilde göstermiştir. Özellikle 1991 genel seçimlerinden sonra mecliste kendine yer edinen bu oluşum hem siyasi bir söylem geliştirirken, hen de Türkiye’deki kürt kökenli vatandaşlar arasında da önemli bir popülarite kazanmıştır. Fakat bu durum fazla uzun sürmemiş, Leyla Zana ve arkadaşları tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tarihine kara bir leke olarak geçen Kürtçe yeminle birlikte farklı bir zemine taşınmıştır.

Terör örgütü PKK için siyasallaşmanın doruk noktaya ulaştığı 1990’ların başından itibaren, üniversiteler örgüt için önemli bir potansiyel görüntüsündeydi. Özellikle üniversitelerdeki kürt kökenli öğrencileri hedef seçen PKK, bunu çeşitli organizasyonlar, dernekler, sivil kuruluşlar üzerinden gerçekleştirerek bugünler için siyasi söyleminin oluşturulmasını sağlamış, aynı zamanda da örgüte yandaş sağlayarak etkin bir propaganda gütmüştür. İşte 1990’lı yılların başından beri gençlik üzerine bu kadar yoğunlaşan bölücü örgüt 2000’li yıllara gelindiğinde 1990 yıllardan itibaren temellerini attığı yapılanmaların meyvelerini toplayama başlamıştır. Özellikle 2002 yılından sonra çıkarılan AB’ye uyum yasalarının, sivil toplum örgütlerine büyük haklar ve dokunulmazlıklar sağlaması bölücü örgütün faaliyetlerini yasal yollardan rahatlıkla yapabilmesinin önünü açmıştır. Çıkarılan bu yasalar başta demokratikleşme için çok güzel bir gelişme olarak algılansa da, terör örgütüne sağladığı kolaylıklar çerçevesinde yeniden ele alınması ve çıkarılan bu AB kökenli yasalarının demokratikleşme çerçevesi tekrar gözden geçirilmelidir.

Anlattığımız durumu biraz daha somutlaştırmak gerekirse üniversitelerimizde son yıllarda meydana gelen birkaç olayı paylaşmakta fayda vardır. Bu olayların medyaya yansımamış olması da, gerçekler gizleniyor mu sorusunu akıllara getirmekte…

***

Tarih: 30 Mayıs 2007

Yer: İstanbul Üniversitesi Vezneciler Kampüsü

İstanbul Üniversite’nin öğrenci kulüplerinden bir tanesi olan Halk Bilim Kulübü tarafından bir organizasyon düzenleniyor. Organizasyon yönetimden izinli olarak İstanbul Üniversitesi Vezneciler Kampüsü’nde gerçekleşiyor. Fakat skandal bundan sonra başlıyor… Bir çok üniversite öğrencisi büyük gruplar halinde ‘bahar şenliği’ adı altında konsere götürülüyor. Konsere çağırılan müzik grubu; “Grup Yorum”… Birçok üniversite öğrencisinin bilemeyeceği ve masumca konserine gittiği bu grup hem şarkılarında, hem faaliyetlerinde PKK’yı sembol olarak görüyor ve örgütü destekleyen çalışmalar yapıyor. Buna rağmen Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden biri olan İstanbul Üniversitesi’nde gencecik beyinlere konser veriyor ve sapkın ideolojilerini yasal yollardan aktarabiliyor.

Tarih: 14 Mart 2007

Yer: Çukurova Üniversitesi Kampusü

Ülkemizin bir diğer önemli üniversitesi Çukurova’da 13 Mart 2007 günü R-1 derslikleri önünde toplanan 100 kişilik öğrenci grubu sözde Halepçe Katliamını anmak için toplanıyorlar. Irak’taki kürt kökenliler üzerine yapılan sözde basın açıklaması amacının dışına taşarak Türkiye’ye hakarete dönüşüyor. Ve üniversite öğrencisi yaklaşık 100 kişi “katil devlet hesap verecek”, “faşizmi döktüğü kanda boğacağız”, “Kürt ulusuna özgürlük”, “katil polis hesap verecek” sloganları atılarak bir basın açıklaması düzenleniyor. İşin garip yanı bu üniversitemizde bahar şenliklerinde apo posterleri bir gün boyunca yine aynı noktada sergilenmişti. (Geçen sene mayıs ayında Apo posterlerinin asıldığını ve bölücü örgüt yandaşlarının baskı kurduğu bir üniversite. Asılan paçavraların medyaya yansıması üzerine bir öğretim üyesinin bölüm başkanlığından istifası etti ve paçavraların asıldığı R–1 kantini yıkılıp yerine derslik kuruldu. Bizzat Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla açılan soruşturmalar neticesinde olayın geçtiği yere Türk Bayrağı asıldı.)

Tarih: 15 Mart 2007

Yer: Ege Üniversitesi

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde toplanan Sosyalist Gençlik Derneği, Sosyalist Demokrasi Gençliği, Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi üyesi bir grup öğrenci basın açıklaması yapıyorlar. Basın açıklamasında “Bir çok ilde DTP’li yöneticilerin tutuklandığı, Abdullah Öcalan şahsında tüm Kürtlerin zehirlendiği” gibi mesnetsiz ve son derece bölücülük taraftarı olan söylemler sergileniyor. Bu söylemlerin yanı sıra atılan Apo sloganları ne yazık ki kampus alanı içerisinde yapılıyor.

Tarih: 10 Mayıs 2007

Yer: Ankara Üniversitesi

Ankara Gençlik Derneği adı altında etkinlik gösteren PKK sempatizanlarının bu seferki yeri ise Ankara üniversitesi… 10 Mayıs 2007 günü okula Kürtçülerin değişmez ismi Grup Yorum çağırılıyor. Saat 15.30 gibi başlayan etkinlikler ne yazık ki PKK sloganları gölgesinde akşam 19.30 a kadar konserlerle sürüyor. Öğrencilerin bu duruma kalabalık bir şekilde iştirak etmesi 2007 Türkiye’sinde üniversitelerimizin geldiği noktayı gözler önüne seriyor.

Tarih: 11 Mayıs 2007

Yer: Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)

Türkiye’nin tüm üniversitelerinden olduğu gibi ODTÜ’de de her yıl bahar şenlikleri yapılır. Bu şenliklerde artık bölücülük yapmak bir gelenek haline gelmiştir ki, her sene Grup Yorum gelip Türkiye’nin en zorlu eğitiminin verildiği ODTÜ’de konser verir. Grup Yorum yine 2007 senesinin 11 Mayıs günü üniversiteye gelerek büyük bir konser veriyor. Konsere katılımcı sayısı da oldukça fazla (10 bin dolaylarında), bilmeyenler için söyleyelim tüm bu etkinlikler okulun içerisinde yapılıyor. Konser sonrasında yaklaşık 1000 kişilik grup ODTÜ’nün içerisinde halaylar ve zılgıtlar eşliğinde sloganlarla yürüyeşe geçip gövde gösterisi yapıyor ve tek bir tepki ya da engelleme gelmiyor. Bahar şenlikleri bu gibi etkinliklerle yapılıp geçiriliyor öğrenciler mutlu, Türkiye mutlu!

***

Geleceğimizin aynası olarak nitelendirdiğimiz bu kurumlarımızda bu denli rahat bölücülük yapılması, terörle mücadelede sorgulanması gereken önemli bir boşluğa işaret etmektedir. Özellikle tutuklanan bir çok örgüt üyesinin aynı zamanda üniversite öğrencisi olması acı bir gerçektir. Yukarıda verdiğimiz sadece birkaç örnekten de anlaşılabileceği üzere en önemli üniversitelerimiz bölücü örgütlerin propaganda merkezleri haline getirilmek istenmektedir. Üniversitelerde yapılan bu bölücü faaliyetlerden sonra hiçbir yasal yaptırıma gidilmemesi ve bu sözde öğrenci grupların terör örgütüne açıkça yandaş sağlaması kabul edilebilir bir durum değildir.

Sonuç olarak PKK terör örgütü üniversiteler üzerinde yoğun bir çalışma yapmaktadır. Bu çalışmalar 1990 yılların başından itibaren büyük maddi yatırımlarla da desteklenebilmektedir. Üniversiteler bünyesindeki öğrenci kulüpleri, dernekleri v.s oluşumlar öğrenciler için önemli bir sosyal aktivite alanı iken, bu tipteki terör yandaşı faaliyetler yüzünden farklı bir boyuta geçmektedir. Tüm bunlardan yola çıkarak başta üniversite yönetimlerine ve bu kapsamda terörle mücadeledeki diğer resmi kurumlara büyük görevler düşmektedir. Biz sivil vatandaşların görevi de, devletin kurumlarını bu gibi durumlardan haberdar etmektir.


Blogger Template by Blogcrowds


2008 | Blogger Temaları by GeckoandFly Blogger Uyarlama: Blogcrowds.

Distributed by Blogger Temaları